DenemelerFilmlerle Psikoloji

Ne İnsanla Ne İnsansız

Yollar sizi bir sabah olur da bir çocuk parkına çıkarırsa etrafınıza iyice bakın. Tek başına sallanan üzgün bakışlı bir çocuk fark edecek olursanız yanına usulca yaklaşın ve ona parkta tek başına sallanan bir çocuğun ne düşüneceğini sorun. Belki alacağınız yanıt sizi de şaşırtır. Açıkçası ben bunu sorduğum çocuktan daha sıra dışı bir cevap beklemiştim. Oysa aldığım cevap çok basitti: “arkadaş”. Uçan araba, robot adam ya da çikolata şelalesi değildi, sadece birlikte oyun oynayabileceği bir arkadaş.

Bir Diğerine Duyduğumuz İhtiyaç

Bir çocuğun ve benzer şekilde bir yetişkinin sahip olmadığında eksikliğini yaşayacağı bazı temel şeyler vardır. Bunlardan en önemlileri sevebileceği, konuşabileceği, anlaşıldığını hissedeceği bir başkasının varlığıdır. Parkta gördüğüm çocuk bunu ne kadar da güzel ifade etmişti. Dahil olduğum bu anlık hikayede biraz daha kalacak kadar şanslıydım. Üzgün bakışlı çocuğun düşündüğü ve belki de çoktandır beklediği arkadaşı gelmişti ve ben de bu ana şahit olmuştum. Geldiği an birbirlerine yaşattıkları sevinci gülüşlerinde, gözlerinde yakalamıştım. Nasıl da canla birbirlerinin isimlerini seslenmiş ve selamlaşmışlardı. Park birdenbire kaybolmuş, canlılığına yeniden kavuşmuştu. O da artık yalnız ve sessiz değildi; çocukların gülüşlerine ortak olmuştu.

Tom Hanks’in baş rolde olduğu ve yakın zamanda izlediğim Cast Away (Yeni Hayat) filminde bir uçak kazası sonrası okyanus ortasındaki bir adada tek başına mahsur kalan Nolan’ın yaşam mücadelesi işleniyor. Bu mücadelede Nolan’ın en büyük iki dayanağı sevdiği kadına ait bir fotoğraf ve denize düştüğü kargo uçağından adaya sürüklenen bir voleybol topu. Nolan umudunu fotoğrafa bakarak diri tutmaya çalışırken sevme ve sosyalleşme gibi ihtiyaçlarını ise arkadaşı kabul ettiği voleybol topuyla konuşarak karşılıyordu.

Aslında filmde yukarıda bahsettiğim olayla benzer bir tema işlenmişti o da bir diğerine olan ihtiyacımızdı. Doğumdan ölüme yaşadığımız süre boyunca beslenme, barınma güvenlik gibi temel ihtiyaçların yanında sevme, sevilme, değer görme ve sosyalleşme açlığı da yaşıyoruz. Üstelik bu açlık doyurulmadıkça tam anlamıyla yaşayamıyoruz. Haliyle bir şeyler eksik kalmış oluyor.

Bir Başkasına Yabancılaşmak

Bazen tıpkı filmde olduğu gibi beklenmedik hayat şartları bizi bir diğerinden mahrum bırakıyor. Ancak bazen de böyle olmasını biz seçiyoruz. Kendimizi bir diğerinden, onun derdinden, onun hayatından bilinçli bir şekilde uzak tutuyoruz. Başkalarının halinden anlamadan, onları görmeden, duymadan yalnızca kendi benliğimizle ilgilendikçe bir noktadan sonra doyum alamamaya başlıyoruz. Sanki kendi sorunlarımız, dertlerimiz sarmalında takılıp kalıveriyoruz. Halbuki insan başka birinin derdiyle dertlenince hayattaki güzellikleri yalnızca kendisi için değil bir başkası için de dilemesi gerektiğini hatırlıyor.

Kendi Varlığımızı Anlamlı Kılan Bir Diğerinin Varlığı mı?

Şimdi buraya kadar geldikten sonra şunu düşünmemek elde değil: Kendi varlığımızı anlamlı kılan bir diğerinin varlığı mı? Her birimizin varlığının tek başınayken de biricik ve kıymetli olduğunun farkındayız ancak seyircisiz bir sahne, okuyucusuz bir kitap, dostsuz bir hayat sizce de kulağa eksik gelmiyor mu? Bana öyle geliyor ki dünyayı çekilmez kılan sıkıntıları, zorlukları, bitmeyen kavgaları değil. Asıl yoran bunlara meydan okurken yalnız olmak ya da yalnız hissetmek. Diğer taraftan bir diğerini yalnız bırakmak. Onun meydan okuyuşunu görmemek, duymamak hatta beğenmemek.

Kimse kimsenin tam olarak neler yaşayıp neler çektiğini bilmezken birbirimizin yaralarına incitmeden yaklaşabiliyor olmak ne büyük bir incelik. Hayat benzer taraflarımızı incitiyorken belki de en çok; dinlenilmeye, sevilmeye, konuşmaya ve çok sevmeye ihtiyacımız var.

Okuduğunuz içerik sevgiyle oluşturulmuştur ❤️

Başa dön tuşu