Sosyal Psikoloji

Dil, Oyun ve İletişim

Dil, Oyun ve  İletişim

İnsan, yeryüzünde varlığını, ifade etme üzerine kurmuştur. Bunu çeşitli araçlar kullanarak, farklı alanlarda gerçekleştirmeye çalışmıştır. Gerçekleştirmiş diyemiyorum, çünkü bunun bir sonu yok. Bunları; sinema, şiir, edebiyat, resim, videoart ve türevleri olarak sıralayabiliriz. İfadenin daha estetize edilmiş biçimleridir. Estetik nesne ve insan teki olarak karşı karşıya gelmişizdir ve aramızda bir iletişim vardır. Bu iletişim oldukça doğrudan bir yapıya sahiptir. Ve estetik nesnenin alımlayıcısı olan –insan teki-  tecrübeye dayalı yahut çağrışımlar tarihimizden gelen bildirimlerle, karşılıklı bir iletişim söz konusudur.

Milenyum distopyaları ve ütopyaları arasında Post-Modern zamanları yaşıyoruz. Burada Post-Modern kelimesini Analog dünyadan, Dijital dünyaya geçiş sürecini tanımlamak için işimizi kolaylaştıracağı için kullanıyorum. Çok fazla enformasyonla karşı karşıyayız. Akan giden imajları, görüntüleri yakalama uğraşısındayız. Analog dünyanın mottosu olan durup düşünmek, anlamak için beklemek artık bu görüntü hızına yenilmiştir. Bu yenilgi ne tür sorunları dile getiriyor, onu anlatmaya çalışacağım.

Doğar doğmaz bir isimle anılmaya başlıyoruz. Biyolojik özelliklerimize göre bir cinsiyet kazanıyoruz. Okullara başlıyor. Düşünceler zihnimize yerleştiriliyor. Mezun oluyoruz. Mesleklerimiz oluyor. Evleniyoruz. Anne yahut baba oluyoruz. Terfi alıyoruz. Yükseliyoruz. Yaşantımıza bir rolle doğuyor ve ilerledikçe çok çeşitli rollerle tanışıyoruz. Kimi zaman bu rollere uyum sağlıyoruz kimi zaman ise bu rollere oturmakta zorlanıyoruz. Kimi rollerimiz ise çatışıyor. Çatışma, elbette olumsuz bir çağrışıma karşı oldukça öğretici süreçler doğurabilir. Örneğin; Kimlik’lerimizi oluşturan faktörler, Analog dünyanın süreç/odaklı değişimini, sindirme, durup anlama üzerine kurulmuştur. 0 ve 1’in dünyasında ise durup düşünmek bizi oldukça geriye atıyor. Fakat ilerleyenin ne olduğu ise zihnimizde bir kaos öğesi olarak durmaktadır.  Karamsar bir yazı olarak devam ettiğinin farkındayım. Post-Modern zamanların yukarıda saymış olduğum kimlik biçimlerinin katılığını esnettiğini söylemeden geçemeyeceğim. Şöyle bir alt başlığa geçmenin doğru olacağını düşünüyorum:

Kültür vs. İnsan

İnsan, doğduğu kültürün toplamıdır. Peki bu kültür nedir? Kültür, dilin toplamıdır. Bizi var eden şey yalnızca dilden ibarettir. Heidegger’den (1889-1976)  alıntılayacak olursak “Dil, varlığın evidir.” Yani insan dile tutunabildiği sürece, dilde kendini bulabildiği sürece varoluşu hakkında bir fikri olabilir. Bir tarafta hızın dili bir tarafta kendi üzerine düşünmek zorunda olan, aynı insan. Peki burada rollerimiz, varoluşumuz ve kültür ne tür bir problemi işaret ediyor?

Kültür, bizi rollerle donatıyor. Dil bu rollerin içini dolduruyor. Sınırlarını çiziyor. Kimimiz bu rollere uyum sağlayabilirken kimimiz bu rol sandalyelerine oturamıyoruz, dayatılan rollerle iç iletişimi dahi sağlayamıyoruz. Peki sonra ne oluyor? Acil servislerdeki yoğunlukları aratmayacak şekilde Ruh ve Sinir Hastalıkları servislerinin önünde uzun kuyruklar oluşturuyoruz. Daha kötüsü bu tür yardımları alan insanlara acır gözlerle bakıyor oluşumuz.

Olaylar vardır ve tepkilerle karşılanır. İçsel tetiklemeye bağlı kimi zaman öğrenilmiş kimi zaman spontan gelişen tepkilerdir. Dil içerisinden doğan dışarıya doğru açılan etkileşim içerisinde oluruz. Fakat kimi zaman bu iletişim zemininde başarısızlıklarla karşılaşırız; hatalarımızın arkeolojik kazısını yapmakta, nedenlerini saptamakta fayda var. Bunları maddeleyecek olursak,

  • Yetiştirilme şekillerimiz
  • Düşünce kalıplarımız, ön yargılı oluşumuz gibi.
  • Karakter özelliklerimiz, aşırı ön yargılı vb.
  • Duygusal durumlarımız, aşırı gergin, depresif,panik atak, şizoid vb.
  • İçinde bulunduğumuz zaman diliminin dinamiklerinin gerisinde kalma düşüncesi

Gibi faktörleri sıralayarak listeyi uzatabiliriz. Çünkü oluş her an devam ediyor ve yeniden tanımlanmaya muhtaç.  Burada saydığımız ve sayabileceğimiz tüm faktörlerin altında “dilsel mantık” şeması yatmaktadır. Dil yapısı gereği, buyurgan, tahakküme müsait ve strateji alanlarıyla dolu, taktik hamleler bütünüdür. Dolayısıyla dile sahip oluşumuz, dil ile farklındalık eksenli bir ilişki içersine girmemiz, yaşamın tüm alanlarında sağlıklı iletişimi mümkün kılacaktır. Burada ben ve öteki üzerinden ilerlemek yerine ben ve diğer tek özneler olarak düşünceyi kurmak daha doğru olacaktır. Söz gelimi bir anne yahut bir yönetici genel konuşmalarının yanı sıra birey merkezli bir konuşmaya giriştiğinde başarılı olma ihtimali daha yüksektir. Fakat burada kişiler, birkaç şeyi gözden kaçırmaması gerekmektedir. Karakter özellikleri, konuşulan dil, mevcut şartları düşünmek zorundayız. Söz gelimi çok yüksek perdeden konuşan ve haklılığını ses tonuyla da ısrarla belli eden bir tipolojiye sahip biriyle, sessizce konuşmak size bir şey kazandırmayabilir. Çünkü haklılığı ön yargısıdır. Onun yerine onun perdesinden konuşarak, karşısında ezilmediğini görürse sizi dinleyecektir. O arada söylemek istediğiniz şeyleri aktarabilirsiniz. Oldukça verimli bir konuşma haline gelecektir. Çünkü iletişimin en önemli kısmı eş konumlu olmaktan geçer. Eş konumlu oluş bir düşünce terazisini de beraberinde getirir. Taraflar düşüncelerini tartar ve haklılık ölçüsünde ikna edilmeye hazır hale gelirler. Karşılıklı olarak birbirimizin varlığını kabul etmiş oluruz.

İletişimin sağlıklı olması ifade alanlarımızın genişlemesini de sağlayacaktır. Bu durum zihni aktivitelerimizi yahut eylemsel yönümüzün gelişmesini sağlayacaktır. Elbette demek istediğim halk dilinde “içinde tutma, dök dışarıya dök ” düşüncesinden öte dilsel oyun alanlarında ifade imkanı bulmaktan geçmektedir. Çünkü “dök dışarıya dök” bir kusma olarak düşünülürse rahatlatıcı fakat karşılıklı iletişimi imkansız kılan bir yöntemden öteye geçmez. Yöntem bile değildir. Sona doğru yaklaşırken bir motto olarak zihnimizde yer edinmesini istediğim bir düşünceyi açıklamak istiyorum. Konuştuğumuz Dil’in bizi var eden Dil’in üstesinden gelmek zorundayız. Elbette bu durup düşünmenin imkanının daraldığı Dijital dönemlerde oldukça zor görünüyor. Fakat sağlıklı birey iletişimine sahip olmak istiyorsak, durup yapıp ettiklerimiz üzerine düşünme önerisinde bulunacağım. Yahut akıp giden imgeler arasında dalgın kimseler olarak, akışa bırakmış bulunacağız.


Kelime Anlamları (TDK):

Motto: Özdeyiş, slogan.

Tipoloji: İnsan tiplerini belirleme ve ayırt etme yöntemi.

Tahakküm: Baskı, zorbalık, hükmetme

Postmodernizm: Edebiyat Modernist arayışın canlılığını kaybetmesinden sonra XX. yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkan çeşitli üslup ve yönelişlerin adı.

Modernizm: Çağdaşlık

Milenyum: Binyıl

Ütopya: Gerçekleştirilmesi imkânsız tasarı veya düşünce

Distopya, (anti-ütopya Yunanca dystopia) çoğunlukla ütopik bir toplum anlayışının anti-tezini tanımlamak için kullanılır. Distopik bir toplum otoriter — totaliter bir devlet modeli ya da benzer bir başka baskıcı sistem altında karakterize edilir. Kelime ilk defa John Stuart Mill tarafından kullanılmıştır. (Bu tanım Wikipedia’dan alınmıştır.)


Yararlandığım Kaynaklar:

Anahtar Sözcükler, Raymond Williams, Çev:Savaş Kılıç, 2016, İletişim Yay.

Uygarlığın Huzursuzluğu, S.Freud, Çev.Haluk Barışcan, 2014, Metis Yay

https://tr.wikipedia.org/wiki/Distopya

Okuduğunuz içerik sevgiyle oluşturulmuştur ❤️

Bir Yorum

  1. Tuba Şensoy dedi ki:

    Tebrik ediyorum Kalemine saglik hatalarımızın arkeolojik kazısı 👍👏👏👏

Başa dön tuşu